3.şiir kitabı-gülistan
GÜLİSTAN
Ferhat AĞAOĞLU
İstanbul/Şubat 2012
3.kitap
Şiirler…
Hayatın kıyılarında gezinirken yaşadıklarımızı,
Bir gülü koklarken hissettiklerimizi,
Sevgiyi bulmak için çabalarımızı,
Hayal kırıklıkları ile bezenmiş bir hayatı yeniden onarmamızı,
Ve kendimizden bir şeyleri bulduğumuz şiirler…
F.A.
Gül…
Uzak, çok uzak bir iklimde,
Kayıp yazgıların gölgesinde,
Bahçelerin en bilinmezinde,
Bir gül açtı narince, sessizce…
Zamanın başladığı kapı açıldı
Saatler goncayı vurduğunda,
Sevgiyi taşıyan bir koku sindi
Yalnızlığın soğuk odalarında,
Yaramaz ışık huzmeleri dans etti
Aşkın en gizemli notalarında…
Üşüyen hayallere can verdi
Kayıp umutlar tükenirken…
Beklenen olduğunu biliyordu,
Yaşanmamış mutlu anlara,
Özlemlere son nokta olduğunu,
Gözlerinde kaybolduğumu
Ve biliyordu güzel çiçek
Özlem dolu akşamlarda,
Ateş renginde huzur bulduğumu…
Ferhat AĞAOĞLU
Anılar…
Geçmişin unutulmuş, boş sofalarında
Eski bir odada terk edilmişti anılar…
Tozlu hikâyeler sandıklarda uyurken,
Bütün kapılar acımasızca kapandı,
Hatırlamanın yasak olduğu bir kuytuda
Akşam, sessizliğin gürültüsüyle oynaşırken,
Kirli camlara yazılanlar okunmaz oldu,
İhanetlerin acısı yüreklere düşerken,
Yaşamın sonuna nokta olan mektuplara
Dargın fotoğraflardan yaşlar süzüldü...
Karanlık; sevinçleri sevmedi, istemedi,
Korkularla dansını sundu her gece,
Yitik umutları bir yorgan gibi örttü,
Gün uyanırken uzaklaştı sessizce, gizlice…
Unutulmak bir tercih, bir yazgı olmamalı,
Anılar üşümemeli, yalnız kalmamalıydı,
Korkmamalıydı bu nedensiz ayrılıktan…
Onlar; sevdalarımız, hüzünlerimiz,
Düşlerimiz, hayal kırıklıklarımız, acılarımız,
Terk edemediğimiz sırlarımız, gizemlerimizdi…
Aşk, vazgeçilmez, hatta ölmeye değiyorsa,
Hala, tadına varılmamış güzellikler varsa,
Kutsanmış, öpülesi bir zaman diliminde
Küçük bir ışık huzmesi girmeli çatıdan,
Bir ahşabın ince aralığından sızmalı,
Aydınlatmalı yaşananları, paylaşılanları,
Senden gelen ne varsa geçmişten, korumalı,
Sarmalamalı melek kanatlarıyla her şeyi
Ve dudaklarımda hep senin tadın kalmalı…
Ferhat AĞAOĞLU
Beyazın dansı…
Gün yorgunu bir akşam geceye,
Gece de sabaha yolcuydu ayazda…
Her yerde kristaller dans ediyordu
Rüzgârın yazdığı bir vals eşliğinde…
Üşüyen ellerinle tuttun uçuşanları,
Boynuna doladığın atkıya doldular,
Taneler siyah saçlarında dinlendi,
Erimemek adına duaya durdular...
Zaman, seni izledi yolda yürürken,
Karaladığın her şekli sevdi beyazlara,
Kaybolmasın diye dondurdu,
Kahverengilerin baktığı her yeri,
Her kareyi nakşetti buzdan hayallere…
Bir ağacın yükünü serpti üzerine,
Her yerin karla doldu, ama mutluydun,
Kirpiklerine takılanlar da öyle olmalıydı...
Sen eve varırken akşam sonlanıyordu,
Soğuk dost değildi artık, üşümüştün,
Biraz daha sıklaştırdın adımlarını,
Zaman eski haline dönmekteydi,
Donmuş yaşam çözülüyordu…
Kar üstüne karaladıkların erirken,
Bir gün daha demir almıştı, gidiyordu...
Sen anlattın bunları bir tanem,
Bir resim gibiydi yaşadıkların,
Çok bir şey istemedim çizerken,
Düşlediğim bir kar tanesi olmaktı sadece,
Gülümseyen dudaklarında eriyen...
Ferhat AĞAOĞLU
Gece…
Her şey duyguların gizinde başladı,
Uçuşan dileklere amade,
Huzuru barındıran bir gecede...
Mavi sabır çiçekleri açtı sessizce,
Gül kıskandı, esirgedi kokusunu,
Seni dinledim dertli bir hüzzamda,
Bir çiğ tanesi düştü gözlerinden,
Sular halkalandı, büyüdü hasret gibi,
Siyah bir hüzün gezindi odamda...
Hayallerimi uçuşan saçlarına verdim,
Desen çiziyorlardı esen rüzgâra,
Ellerinin dokunduğu her yer renkti,
Sevgiyi işliyordun beyazlıklara...
Yürek yorgunu bir gün sonu,
Uzun konuşmalarda dinlendik,
Bazen üzüldük, bazen gülümsedik...
O’na sığındık mutlu olmak adına,
O bilirdi tükenenlerin çaresini...
Gece, korkuları kuytulara sakladı,
Özleme yol verdi, azat etti bir kuş gibi
İçimizdeki umudu korurcasına...
Yarınların ışığını yaktı bir mumda,
Sonra bitti, gündüze terk etti tahtını,
Yine gelecekti, hiç bakmadı arkasına...
Ferhat AĞAOĞLU
Sokağımda…
Kör ışıklı lambalar gibi ışıksız,
Yanan bir pervane kadar çaresizdim,
Nedensiz ayrılıkların yol sorduğu,
Saatlerin hep yalnızlığı vurduğu,
Hiçbir yere çıkmayan sokağımda…
Adımlarım geri giderdi bazen,
Yürümek acı verirdi tek başıma,
Hüzzam çalardı alaca vakitlerde,
Sevgi düşerdi sulara halka halka…
Yeni bir günle geldin yollarıma,
Kaldırımlar gülümsemeyle yıkandı,
Kapı içlerine mavi bir aydınlık,
Yorgun kiremitlere güneş geldi…
Sildim duvarlara yazdıklarımı,
Yeni bir şiire işlemeliydin seni,
Penceremin perdesini araladım,
Sardunyalara su verdim yeniden,
Kapımın kilidini sevgiyle açtım…
Uçuk, neşeli bir ıslık takıldı dilime,
Adı neydi şarkının hatırlayamadım,
Sözlerini ise sadece birkaç kelime…
Yeni bir resim boyadım yüzünde,
Bakışlarından aydınlık bir geleceği,
Saçlarından, denizdeki dalgaları,
Kirpiklerinden kırlangıçları çizdim
Ufka doğru telaşla uzaklaşan…
Her şey yerli yerinde idi artık,
Işıldayan evler vardı sokağımda,
İçimdeki sana koşan, senli ezgiler,
Huzurla buluştular küçük odamda…
Beklenen, özlenen bir kadındın,
Beşinci mevsim ortasında geldin,
Hiç ummadığım bir akşamüstü,
Ellerinde rengârenk çiçeklerle,
Gözlerinin içinde tükenen zaman
Ve dudaklarında aşk için dileklerle…
Ferhat AĞAOĞLU
Vardır…
An vardır, renklere küsersin siyahlar aşkına,
Saçların kıvrımlarında hapsolan gece gibi…
Mavide huzuru aramazsın bir su kıyısında,
Yeşillerde çiçek açsa da dönüp bakmazsın,
Sonbaharda sarılara imrenmezsin kızıla yol alan,
Gözlerdeki kahve sarar sevgi yollarını…
Gün vardır, ışık istemezsin sabah buğusunda,
Camların kirli izinde kaybolurken yazdıkların…
Yalnız, o doğmalıdır yalnızlığın sancısında,
İçini aydınlatan biri olmalıdır hayallerinde,
Sokak lambalarında titrerken umutların…
Akşam vardır, alacasında efkârın sardığı,
Güneş sularda tükenirken ruhun gibi,
Bakışlarında yer alır yaşamın acımasız ağırlığı…
Gölgelerde yiter gider günün getirdikleri,
Anlatırsın, dinlemez duvarların sağırlığı…
Gece vardır, yanımda olsaydı dediğin,
Düşüncelerin aşk’a doğru özgürce uçuştuğu,
Bir selamın yolunu gözlerken satırlarda,
Düşlerin yol alırken bir gök kuşağında,
Her yolun, onunla sevgi ile buluştuğu…
Sabah vardır, yeni umutlarla bezeli,
Kelebekler uçuşur tundaki bahçelerinde,
Yeni bir goncada soluklanır bir tanesi,
Kanatlarındadır yaşamadıklarının esintisi…
Ferhat AĞAOĞLU
|
Bir çift mavi…
Tükenen sevgiler sarmalında bir ömür,
Açılmayan kapıların ardında yitirdiklerim,
Kuruyan avuçlarımda derin çizgiler...
Düşlerimdeki topraklar suya hasret,
Açmamaya yeminli bütün çiçekler...
Hayal kırıklıkları asılı boynumda,
Tükettiğim her gün yaşanmamışlık,
Yalnızlık bir ödül dalarken uykuya,
Yazmak istesem içimden gelmezdi
Kalem yorgun, kâğıt isyankârdı yazgıya…
Bir akşamüstü geldin saklı bahçeme,
Saçlarında çiy taneleri dans ediyordu,
Beklenen yağmurlarla indin dua gibi,
Toprak kokusunda yıkandı korkularım…
Duygularımı yükledim siyah karanfillere,
Her satır bir çift mavi göz için kanatlandı,
Ustaca işlenen bir motif gibi sindi şiirlere...
Huzurun gülen yüzü oldun sabahlarımda,
Sohbetlerde sevginin sıcak dokunuşu,
Perdelerimden süzülen gün ışığı,
Kelebek kanatlarında hasreti bitiren,
Ve bin bir rengi yaşantıma getiren…
Ferhat AĞAOĞLU
Türkuaz bulutlar…
Yaşadıklarımı, yaşayamadıklarımı,
Ne varsa yazdım mavi bulutlara...
Boynumda asılı günahları, pişmanlıkları,
Umutsuz sevdaları, çıkmaz sokakları...
Rüzgâr bekledim umarsızca,
Hepsi yok olmalıydı boşlukta,
Kurtulmak istiyordum geçmişimden,
Önüne katıp götürmeliydi her şeyi...
Yaprak kıpırdamadı, ses yoktu yelden,
Birkaç kuş kanat çırptı uzaklarda,
Ufka doğru uzaklaştılar çığlık çığlığa,
Çocuk ağlamaları katıldı onlara,
Bu bir isyandı yalnızlığa...
Işıksız pencereler çoğaldı içim gibi,
Kör karanlıklar renkleri esir aldı,
Bir mum yandı derinlerde, titredi alevi,
Bilinmeyen bir notada hüzün çaldı...
Yorgundu yürek yaşadıklarından,
Yüzüne kapanan kapılardan,
Tükenmiş çıkarcı sevdalardan,
Yeni bir ben için neler vermezdim,
Bir yağmurla yıkansaydı her şey,
Sele karışsaydı senden öncesi...
Sonra, toprak kokusu ile gelseydin
Ellerinde siyah karanfiller,
Gün ışığı gibi dolsaydın içime
Ve türkuaz bulutlara yazılanları silseydin...
Ferhat AĞAOĞLU
Olmamalı...
Bu sonbahar kış gibi,
Hüzün bile üşüdü yokluğunda,
Vurdum başımı gecelerde
Yalnız yıldızların gecesefasına...
Dudaklarım kurumuş, içim soğuk,
Söyleyemediklerim ceplerimde,
Çıkartsam neye yarar... Beyhude!
Bir kedi ile konuşsam anlar beni,
Belki üşümüş bir serçe’ye desem,
Çizdiğim bir resmin renklerine,
Hatta sığındığım yarım şiirlerime,
Ne bileyim... Yakın gördüğüm her şeye...
Anlatsam dinlerler beni...
Susmak en iyisi biliyor musun?
Bir kere yaşanmalı sevgi... Yinelenmemeli,
Aldığın tadın keyfi kalmalı satırlarda,
Olmamalı artık sabahlarda günaydınlar,
Günün yorgunluğunu alan konuşmalar,
Seni ona götüren mavi kuşkanatları,
Kurduğun hayaller ve yazdıkların...
Gül bahçeleri, Tunlar, Goncalar,
Hiçbiri olmamalı artık,
Geride hiçbir şey kalmamalı...
Ferhat AĞAOĞLU
10 |
Kim bilir...
Siyah geceyi, gece de beni sardı,
Batan gün denize düştü kızıllarıyla,
Renkler kaçıştı ışıksız kuytulara...
Sokak... İşte, bildiğin gibi yokluğunda,
Kapı içlerinde gezinen koyu gölgeler,
Uçuşan perdelerde rakkaseler,
Rüzgârın önünde üşümüş yüreğim,
Yarı boş bir bardakta sen...
Aynı teraneye mahkûm bir gece işte,
Orada olduğunu bilmek yetmiyor,
Şiirlerimi okuduğunu bilmem de,
Merak ettiğini bilmemi istemen de...
Biz yaptık, ben yıktım biliyorum,
Neden hala yazıyorum bilmiyorum,
Belki de en güzel yazma sebebimdin!
Esinlerin gül kokan esintisi,
Didişmelerin en cana yakını,
Sabahların beklenen günaydını,
Ve özlenenlerin en renkli yarını...
Kim bilir, belki de her şeyimdin...
Ferhat AĞAOĞLU
11 |
Karanfil yangını...
Gün çekildi penceremden,
Gözlerimde akşam,
Dudaklarımda diyemediklerim…
Ayıramıyordum renkleri,
Mavilerin siyahlardan farkını,
Başımda eski bir rüzgâr,
İçimde karanfil yangını…
Eski küller de yandı alevinde,
Yaşanmamış sevgiler selam durdu,
Tükenmiş zamanlara inat,
Saatler sevgiyi vurdu…
Anlatamadığım duygularım,
Bitmemiş hikâyelerim vardı aklımda,
Cebimde yarım bıraktığım şiirlerim,
Sırtımda yitik sevgilerin yükü,
Bir yangına verdim hepsini,
İz kalmadı hiçbirinden...
Şimdi, yeni bir gün var penceremde,
Karanfil kokan akşamlara hasret,
Dar zamanlarda tutuşan anlarla bezeli,
Sonları yeniden başlatan bir telaşı,
Bitmeyen sevinçlere ekleyen,
Gözler nöbetten yorulsa bile,
Umutla, gelir diye bekleyen,
Yepyeni bir gün var...
Ferhat AĞAOĞLU
Zaman...
Ellerimizden kayıp gitti,
En güzel kıpırtılar, heyecanlar...
Bir goncada soluklanırken,
Bir karanfilde çare ararken,
Günleri dilediğimizce yaşayamadık,
Farkına varamadık sevinçlerin,
Yaşanası hikâyeler ansızın bitti
Unutulmuş bir bahçede kala kaldık...
Sabah, akşamı kovalarken,
Aynı rolü ustalıkla oynadı hep
Akrep ve yelkovan,
Düşüncelerimin sana varmak,
Sana ulaşmak için,
Birbirleriyle yarışı gibi...
Yüzüme gülmese de dost bilirdim,
Kuytularında hayal kurduğum,
Uzun gecelerinde nöbetçi olduğum
Ve içinde seni özlediğim anları...
Yalnızlığı sunsa da beklerdim,
Sığınmak için limandı çıkmazlarımda,
Uzun soluklu yazışmaların sahibi,
Sevgiyi düşlemenin vazgeçilmezi...
Çareyi getiren onun kanatlarıydı,
Sonu belirleyen de o olacaktı...
Yaşanası bir şey kalmayınca,
Bir kolunda ben, diğerinde karanlık
Sessizce uzaklaşacaktı...
Ferhat AĞAOĞLU
Yalnızlık
Yine aynı yerde bekliyordu,
Yine mi sen! Dedi görünce,
Yer verdi taş basamaklarda,
Yan yana oturduk mekânında,
Yavaşça elini omzuma koydu…
Yanında huzur duyuyordum,
Yüreğim hızla çarpmıyordu,
Ya bırakırsa korkusu yoktu,
Yasladım başımı çekinmeden,
Yalnızlık bir liman gibiydi,
Yaşamın güvencesiydi kuytuları…
Yermedi sevdalarımı, suçlamadı,
Yer vermedi sitemlere, sakındı,
Yalan da olsa kıyamadı aşklara,
Yorgun ve terk edilmiş şiirlere…
Yarınlarda yer bulamayan
Yitirilmiş anlar hatırlanmadı,
Yenileri içinse boş ver dedim,
Yaşanacak ne kalmıştı ki!
Yerimden doğruldum, kalktım,
Yürürken takıldı peşime dostça,
Yanımdan ayrılmadı, hiç gitmedi,
Yıldızımın vazgeçilmez efendisi ve
Yazgının getirdiği bir gölge gibi…
Ferhat AĞAOĞLU
Sevginin deseni...
Zamanın kıyısında gezinen bir ışık demeti,
Beşinci mevsim ortası yıkasa perdelerimi,
Penceremde açmamış goncalar hayat bulsa,
Çiy taneleri sarsa her yanını yaprakların,
Mavi kelebekler uçuşsa senli anlarda,
Sarsa ince bir tül gibi içimi, melek kanatların...
Noktaları çizgiye, çizgileri desenlere,
Desenleri yaşama dönüştüren beyaz ellerin,
İşlese renklere sevgiyi, bir gökkuşağında...
Açılmamış kapılarımı çalsan her sabah,
Orada olduğunu merak etsem çocukça,
İçimde çalsa özleminle dolu bir segâh...
Yalnızlığa kan kırmızı sürsem tuvalde,
Cebimdeki ayrılıkları beyaza boyasam,
Seni biriktirsem hayallerin en güzelinde…
Günü paylaşsak bir simidi ikiye böler gibi,
Huzur duysam gözlerinde, gülümsesem,
Esintinle huzur bulsam her akşamüstü,
Hüznü yaşadığım odaları sürgülesem,
Kapatsam eski defterleri mühürlesem,
Aynı dileklerle dua etsek mutluluk adına,
Bitmemiş, yarım bir şiir gibi varsak tadına...
Ferhat AĞAOĞLU
Düşler sahnesi...
Bir anda oldu her şey, zaman bir anda dondu,
Sessizlik ve hüzün doldurdu odayı...
Gitmelerin vurgunu nöbetteydi gözlerde,
Kapanan kapıların ardında kaldı renkler,
Camların kirine yazılan isimler okunmaz oldu,
Siyah geceden, şarkı rüzgârdan ürktü,
Uzaklarda bir çocuk ağladı, yakarış gibi,
Onun da tutunacak bir eli yoktu, yalnızdı,
Ummadığı bir ayrılık yaşıyor olmalıydı,
Dağıldı sesi karşı tepelerin ardında uzaklaştı,
Kayboldu boşlukta, bir ney sesine karıştı...
Şimdi, ağlayan ve içimdeki çocuk birlikteler,
Özledikleri düşler sahnesinde yan yana,
Sahne, sürekli değişiyordu sevgi adına,
Senaryo ustaca yazılmıştı, oynanmalıydı,
Uzansam tutacakmış gibi yakındı uzaklar,
Hep buradayım diyenler siliniyordu satırlardan,
Dalgalı bir denizde, bir türlü buluşamayan
Küçük dalgaların çırpınması son bulmuyordu...
Neden diye sormama verilmeyen izinler,
Uçurtma ve kuyruk gibi ben ve yitirdiklerim,
Sebepsiz ayrılığın izleri silinmiyordu...
Her şiir ayrılık, her şiir yeni bir başlangıçtı,
İki çocuk ta bunu benim kadar iyi biliyordu...
Ferhat AĞAOĞLU
Damlalar…
Sırtında geçmişin yükünü taşıyan
Telaşlı bulutlar geçiyordu üzerimden,
Yağmurdan hükümlüydüler yıllarca…
Onların da yalnız olduğunu biliyordum,
Sevgisiz zamanlarda yol aldıklarını da…
Yoksa bu gök kubbe altında buluşamaz,
Gittiğimiz yerin neresi olduğunu bilmeden
Hayal kırıklıklarımızı izleyemezdik…
Benzeşen yazgılar çiziyordu yolumuzu,
Mevsimlerce uzaktan bakışsak ta,
Bulut ve yağmur ile tanışmamız sonbahardı…
Her gün sonu, müzikal bir rüyaya dalarken,
Notalar ayrı tanelere sinerdi inerken,
Sürer giderdi ıslak ve serin bir ezgi gibi…
Yakamı kaldırmaz, saçlarımı örtmezdim,
Griden siyaha yol alan bu alacanın içinde,
Islanmak, unutmak isterdim… Gizlenmezdim…
Umutları her yana dökülmüş ve dağılmıştı,
Bedenleri rüzgârdan yorgundu su zerreciklerinin…
Yola devam etmek için nedenleri kalmamıştı,
Yere değmek, toprağa karışmak kurtuluştu
Ve hiç olmaktı ayrılıklara isyan etmek adına…
Sona varmak için acele ettiler küçük damlalar,
Silinmeliydi yaşananlar, sevgiler, hatıralar…
Renkler günü terk ediyordu gecenin eteklerinde,
Zaman, tüm duyarsızlığı ile hükmünü sürerken,
Birlikte vardık toprak kokusuna gülkurusu akşamda,
Bir sükûnet karşıladı bizi ışık sona ererken,
Huzur geziyor şimdi sana eren ruhumda…
Ferhat AĞAOĞLU
Küçük bir melek…
Boyadığım bir tuvalde tanıdım o’nu,
Sanki hep orada duruyordu, hep vardı,
Görememiştim bunca zaman,
Renklere gizlenmişti küçük bir melek...
Yaşam gözlerindeydi gülümserken,
Mavi ve yeşili bakışlarına nakşetmişti,
İçinde grilerin dans ettiği bir dua gibi...
Uçuşan yapraklarla gelen sonbahar,
Tüm sarı tonlarıyla saçlarına sinmişti...
Her fırça darbesinde belirginleşiyordu
Sevgi ile bakan güzel yüzü,
Bir şeyler diyecek kadar yakındı,
Elif diye başladı söze ve devam etti,
Saatlerce sürmesini dilediğim konuşmalarda...
Gün ve gece karıştı uykularımda,
Beyaz ellerinde çiçeklerle geldi rüyalarıma,
Pembe, mor ve sarının en güzeliyle...
Yaşanmamış duyguların korkularını,
Kaybedilmiş yılların özlemini,
Çaresizliği sildi bir kanat dokunuşuyla...
Sadece ben görüyorum küçük meleği,
Yalnız bana gülümsüyor maviler, yeşiller…
Hala o resimde yaşıyor gönlünce,
Renklere hükmediyor sevgi adına,
Saatler ayrılığı vurduğunda gidecek,
Gidecek biliyorum, kaçınılmaz an gelince...
Ferhat AĞAOĞLU
18 |
Rüzgârın dansı…
Sonbaharda… Amaçsız yürüyüşlerdeyim…
Taş döşeli bir sokakta rüzgâr dans ediyor,
Beni de alıyor bu güzel melodinin içine,
Ayaklarıma dolaşan yapraklarla oynuyor…
Yüzüme dokunuşu aynı sen… Islak, sevecen…
Koluma girişi ömür boyu bağlılık andı sanki…
Ama o da terk edecek biliyorum! Senin gibi…
Yaşadıklarım bir esintiyle uçup gidecek,
Yine yalnızlığa emanet bir yürek taşıyacağım,
Önceleri alışmak çok zor gelecek belki,
Sabah ışıkları günaydınları getirmeyecek,
Sohbetlerle sarmalanmak hayal olacak…
Gün, zamanın ellerinde çaresizce biterken,
Sükûna yenilen bir dansın izleri silinirken,
Akşamla gelen bir ürperti vardı sahnede,
Renkler griden siyaha doğru yol alıyordu,
Rüzgâr uzaklaştı, uçuşan yaprak kalmadı…
Uçuk bir ıslık düştü aklıma sana ve aşka dair,
Dudaklarım kurumasa çalacaktım… Olmadı…
Ferhat AĞAOĞLU
19 |
Tende Uyuyan Bir Aşk…
Küçük bir zaman kırıntısında
Demir alır beyaz yelkenliler,
Günaydınımı getirir sana…
Senden gelen bir güvercin,
Nasılsın der herkesten önce…
Rengârenk uçurtmalar havalanır,
Küçük çocuklar bağrışarak koşar,
Hayal gücümün sınırlarında,
Bir kelebek ömrü kadar olsa da,
O kısa anların tadı uçuşur
Konuşma penceremin önünde...
Sardunya küser açmaz olur,
Esintin uğramazsa perdelerime,
Orada olduğunu bilir gözlerim,
Günebakanların güneşe sadakatiyle
Sana döner her anında, seni arar...
Gün tükenir, zaman biter sularda,
Halkalanır iç içe sevgi sarmalında...
Düşlerime konuk olur alacada
Zaman bahçelerimin güzel sahibi,
Gece karanlıktan mahkûmiyet giyerken
Işıklar söner, sessizlik kucak açar,
Tende Uyuyan Bir Aşk gibi...
Ferhat AĞAOĞLU
20 |
Gözleri deniz bilmezdi...
Gözleri deniz bilmezdi,
Kuruyan dudakları tuzu,
Yüreği sevdayı tanımazdı...
Çöldü göz pınarları,
Hüzne takılan her şiirde
Titrese de gönül teli,
Belli etmezdi duygularını,
Beklerdi benli anları,
Yazdığım dost satırları...
Başından yel eksilmezdi,
Nöbetteydi fırtınalar,
Düzeltirdim saçlarını,
Ellerim yorulana kadar...
Sevgi için çırpınışlar,
Kahır dolu hüzzamlar,
Doldururdu geceleri...
Siyahlara sahip çıkardı
Tükenmeyen direnişler,
Nerede olsam bulurdu
Nihayetsiz bekleyişler...
Gözleri deniz bilmezdi,
Sadece seslerini duyardı
İsyankâr martıların,
Sabaha kadar çırpınsa da
Buluşamayan dalgaların...
Deniz bilmezdi gözleri,
Ama taşırdı mavileri, yeşilleri...
Ferhat AĞAOĞLU
Pervane…
Uzak şehirlerin yorgunu
Bir kuş gibi kanat çırptı,
Açmamaya yeminli bir tomurcukta
Konaklayan pervane...
Siyah karanfiller açtığında
Huzura erecekti bedeni,
Yakan bir rüzgârda kavuşacaktı
Özlediği mutlu anlara…
Yok olmak yeni bir başlangıç
Yeni bir başlangıç, yeni bir yok olmaktı...
Her sevdanın vurgunu gibi,
Tükenmek, kaybolmaktı...
Ferhat AĞAOĞLU
Son yıldız…
Samanyolu hüzün dolu bu akşam,
Son yıldız da kaydı gitti uzaklara,
Üşüten bir ayrılık esti gökyüzünde,
Siyah daha siyahtı, yokluk gibi…
Tutunacak yer aradı ellerim,
Gitmek hiç bu kadar dokunmamıştı,
Hiç bu kadar çaresiz kalmamıştım,
Yalnızlığın yükünü taşımamıştım,
Ama bitti işte, sessiz bir şekilde…
Huzur da yok oldu, bekleyişlerde,
Dilekler iki damla yaşta hapsoldu,
Artık, kime yazılacaktı satırlar,
Nasıl dokunacaktım senli renklere…
Günaydınlar öksüz kaldı sabahlarda,
Gün boyu paylaşılanlar, her şey bitti…
Bir çift kahve gördükçe aklıma gelir,
Değer miydi diye düşünürüm hep!
Ama söyleyemem, cevabı yıldızlar bilir…
Ferhat AĞAOĞLU
Özlem...
Özlem, beyaz bir kâğıda sığmadı,
Yazılanlar, anlatamadı yokluğunu,
Akşam sularında yıkandı zaman,
Gün utandı renklerinden biterken,
En güzel ışıklar saçlarında hapsoldu,
Karanfil kokulu, siyah saçlarında…
Hicazın tellerdeki hükmü sürerken,
Bir daha vurdu başım kıyılarına,
Bardak demin dolu idi seninle,
İçtim, sen de bittin uzaklaşan gecede...
Suya düşen her yaprağın izi,
Büyüyen halkaların ahengi
Ve kahvenin bin bir rengi,
Gözlerinde hapsoldu hepsi...
Özlem sürdü gitti bildiğince,
Acımadı ayrı yüreklere,
Sabır çiçekleri sundu sadece,
Yarını bekle dedi bilgece…
Sonra her şey sükûta erdi,
Sessizlik şarkı söyledi kendince...
Ferhat AĞAOĞLU
Gün ışığı…
Günaydınından izin aldı gün ışıkları
Çılgınca uçuşmak için odamda…
Desenler yarattılar dokunuşlarında,
Mordan sarıya her rengi vurdular...
İlk aydınlıkla geldin her sabah gibi,
Bir çocuğun sevinciydi yazdıkların,
Gerçeklerindi tüm karaladıkların...
Bazen, suskunluğunda gülümsedim,
Bildim neler düşündürdüğünü o anın,
Kimi zaman derdi paylaştık satırlarda
Şiirlerde anlattık hüznü, içimiz acısa da...
Korkmadık, çaresiz bir başına kalmaktan,
Nöbette olduğunu biliyorduk gözlerimizin,
Sevgi dolu, dost deyişli konuşmalarda...
Her güzel şeyin sonlandığı gibi,
Bitmesin dediğimiz anlar da tükendi,
Anlatamadıklarımızı yarına sakladık...
Her gün sonu gibi oyun bitti sahnede,
Zaman yine yenildi, yelkovan ve akrebe...
Gölgeler soluklaştı, renkler göçe hazır,
Gün ışıkları kaybolurken odamdan,
Küçük kanatlı melekler de kaçıştılar,
İyi akşamlar deyişinle uzaklaştılar bir bir...
Gitmeler olmasa gelmeler öksüz kalırdı,
Uzatılan eller tutunacak yer arardı,
Biliyorum yarın yine yanımdasın,
Yasemin çayı kokan fincanımdasın...
Ferhat AĞAOĞLU
Kaybolanlar...
Bir sisin tülü ardındaydı geçmiş,
Hatalar, sevaplar ve günahlar,
Uçurtma ve kuyruk, peşimdeler...
Yazamadıklarım düşüncelerde,
Düşünceler sana dair, içimdeler…
Önce sevinçler tükendi bakışta,
Sevgi gölgeyi seçti kaçarken,
Bir daha işlenmedi hiçbir nakışta...
Sular karardı gün ortasında,
Işığı hapsetti en derinlerde,
Zaman koşarken dönüp bakmadı,
Nöbetteki yaşlar inat etti oğlakça,
Yürek yırtılsa da ahından,
Bir teki bile yanağıma akmadı…
Kaybolanlar dildeki hicaza,
Şiirlerim siyahlara dadandı,
Gözlerin düştükçe tuvale,
Resimler kahveye boyandı...
Yalnızlık çıkıyor tül içinden,
Sarıyor içimi gün alacasında,
Mavi kuşun kanatları yok artık,
Gecelerde beni sana getirecek...
Eski bir kapı gibiyim bahçende,
İster sürgüle kanatlarımı,
İstersen aç ardına kadar,
Umut ol karanlık yarınlara,
Ama... Katılma kaybolanlara...
Ferhat AĞAOĞLU
Kanaviçe…
Etamin işleyen beyaz ellerinde
Günün ilk ışıklarından iplikler vardı,
Gözleri sevgi ile bakan kadının…
Solgun bir desende gençliğini
Ve yaşamadıklarını işliyordu…
Maviler, sabırdı yıllar boyu süren,
Sarılarda bitmeyen hasreti yakaladı,
Siyahta hüzünlendi kahve gözleri,
Yeşil yapraklarda huzuru aradı,
Kırmızılarda âşık oldu istemeden…
İğne yorgundu, parmaklar da öyle
Beyazlıklar üzerinde gezinmekten…
Sırtının arkasına bir yastık koydu,
Dayanmalıydı, bitirmeliydi geç olmadan,
Bakışları zor seçiyordu motifleri artık,
Işık ta azalmıştı küçük odasında,
Bir yudum su aldı bardağından,
Artık genç olmadığını biliyordu…
Biraz mavi taktı iğnesine sepetinden,
Çiçekler düzenledi yapraklarla…
Hayatın acımasızlığını düşündü,
Paraya ihtiyacı vardı ivedi olarak,
Çocukları için alacaklarını hayal etti,
Yüzünü bir mutluluk kapladı…
Vakit alacadan akşama dönüyordu,
Devam etmeye çalıştı, olmadı,
Zamanın geldiğini anladı yürek,
Işıklar titredi, gözlerinde fer söndü,
Gece bir yorgan gibi örttü kadını…
Her şey sükûnetle kaplandı,
Birkaç melek aydınlattı odayı,
Nurla işlediler kalan parçaları,
Bitirdiler tüm kanaviçeleri…
Sabah, hala bezlere sarılı idi elleri,
Uyuyormuş gibi, gülümsüyordu,
Çocukları aç kalmayacaktı,
Hiç değilse bunu biliyordu…
Ferhat AĞAOĞLU
Gün’e dair...
Sabah, bir çocuğun ağlamasına uyandı,
Çarelerin sarmaladığı dertlere inat,
İki damla yaşla yıkandı gün buğusu,
Yaşanacak neler vardı bilmiyorduk…
Ama sahnede yerimizi aldık,
Verilen role sadık oyunculardık,
Acıyı görmezden geldik, ama vardı!
Nefreti iyilikle yıkadık, aklayamadık!
Kini sakladık, ama yine de buldular,
Aldığımız nefesten utanmalıydık,
Bu denli acımasız duygulara sahip
Ve kullanan insanlar olmaktan da...
Akşam sularına ererken vaktimiz,
Kimi huzursuz oluyor, mutlu kimimiz,
Gün, aynı davranmıyor herkese,
Tortusunda sevinci bulmak zor,
Sevgi sadece bebek avuçlarında...
Ömürden geçmişe karışan bir gün,
Yarısını aklımızda tutabildiğimiz,
Gamlı şarkılara gebe bir gece daha,
Yine bir nefes dumana sığınmak,
Üşümekten beter bir yalnızlık,
Düşüncelerde özlem olmasa
Zor varırız sabaha bir tanem...
Şimdi bir bardakta demir attım,
Boş tarafta ben, dolusunda sevda...
Karanlık aydınlığa koşarken,
Efkârı sarmakta uçuşan dilekler,
Kuytular renklerle dolarken,
Aklımda kanat çırpar kelebekler…
Açarken tunda kırmızı güllerim,
Cebimde yaşam dolu bir şiir,
Uzar bir yol gibi bitmeyen hayallerim...
Ferhat AĞAOĞLU
Derya…
Açılmamış efsunlu kapılardan girdim
Zamanın unutulduğu bir bahçeden geçerken,
Gün ışığı değmemiş kuytulara sindim,
Her seste titredi gönül telim çaresizlikten,
Yalnızlıkla yıkandı unuttuğum dileklerim…
Sana varmadan önceleri bir damla idim,
Bir şiir yazdım, karıştım nehrine,
Her mısrada sular sevgi ile yüklendi,
Çılgınca akıyorduk, yatağımız dardı,
Bir şelalede, gökkuşağında buluştuk,
Renklerin değdiği her yerde yüzün vardı…
Mavi kuşun kanatları değdi çırpıntımıza,
Mor çiçeğin yapraklarını ıslattık geçerken,
Delice bir serüvendik kayalıklarda akan
Yazgının getirdiği senfoniyi dinlerken…
Nehir yavaşladıkça bir nihavent gibi,
Yüzümüze yorgun bir gülüş kiracı oldu,
Söylenmemiş en güzel sözler geldi dile,
Mutluluk ellerimizde sükûna kavuştu,
Durulunca, deryada soluklandık aşk ile…
Ferhat AĞAOĞLU
İçindekiler
Sayfa no-şiir
1-Şiirler
2-Gül
3-Anılar
4-Beyazın dansı
5-Gece
6-Sokağımda
7-Vardır
8-Bir çift mavi
9-Türkuaz bulutlar
10-Olmamalı
11-Kim bilir
12-Karanfil yangını
13-Zaman
14-Yalnızlık
15-Sevginin deseni
16-Düşler sahnesi
17-Damlalar
18-Küçük bir melek
19-Rüzgârın dansı
20-Tende uyuyan bir aşk
21-Gözleri deniz bilmezdi
22-Pervane
23-Son yıldız
24-Özlem
25-Gün ışığı
26-Kaybolanlar
27-kanaviçe
28-Gün’e dair
29-Derya
30-İçindekiler