4.şiir kitabı- Gültun

 

 

Anlatamadıklarım…

 

Bir su damlası düştü toprağa,

Arkasından diğer yaramazlar,

Toprak buğusu sardı akşamı…

Anlatamadıklarım vardı ya

Hani hep dilime dolananlar

Onları da alsaydı yağmur,

Yüzüne diyemediklerimi

Önüne katıp götürseydi,

Beni benle bırakmasaydı,

Bu odada yalnız koymasaydı…

Hepsi içimde mühürlendi

Kurumuş gözyaşlarımla,

Bir kapının ardına gizlendi

Gülüşmeler, öpüşmeler,

Anlamsız didişmeler…

Yitik bir şarkının notaları

Perdelere sindi, saklandı,

Sana dokunduğum anlar

Gölgelerde kayboldu gitti…

Keşke söyleseydim hepsini;

Neden dün gelemediğimi,

Yalanlarımın sebebini,

Ve seni ne kadar sevdiğimi…

 

Ferhat AĞAOĞLU

 

 

 

 

 

 

 

 

Bahar…

 

Bir çift üzüm gözün hüznünde gizlendi

Renklerin can bulduğu güzelim bahar,

Yaşanmamış zamanlar yeniden alevlendi

Çiçeklenen pembelerde, mavi ve sarılarda…

Unutmak istediğimiz karanlık dünler

Yağmur sonrası toprak kokusuna karıştı,

Güneşin sıcak dost ışıkları sardı tenimizi

Yeni bir başlangıcın kırmızı goncalarında…

Doğa ile duygular da kıpırdandı içimizde,

Ellerimizin terinde özlenen sevgiyi hissettik,

Işıltılı bir gökkuşağının altından geçerken

Buğday sarısı saçlarının kokusu ile esen

Bir rüzgâra verdik tüm dileklerimizi…

Eski bir bahçede, bir tunda dinlenirken

Yeni tomurcukların neşesine ortak olduk,

Yaprakla çiy tanesinin aşkını izlerken

Kelebeklerin valsinde huzur bulduk…

Biliyorum meleğim, yarınlar kanatlarında,

Her şey seninle başladı, yine, yeni, yeniden,

Kızıl karanfiller dans edecek dudaklarında

Özlemlerin sonuna nokta olurken…

 

Ferhat AĞAOĞLU

 

 

 

 

 

Gelmelerin…

 

Her gidişin bir şeyler götürdü,

Kaçıncı oldu hatırlamıyorum

Dağıttıklarını toparlamam…

Yıktıklarını söylemiyorum,

Yanına aldığın umutlarımı da,

Beni koyduğun halleri de boş ver,

Gitmelerin böyle delicesine olmasa,

Bıraktığın izler sarmalamasa,

Gelmelerin hepten öksüz kalırdı,

Camların kirine adını yazmaz

Beklerken perdelerimi aralamazdım…

Git, ama yine gel bir akşamüstü,

Ellerinde çiçekler, sesinde aşk olsun…

İçimdeki sokakta gölgeler kısalırken,

Gözlerimde gün ışıkları tükenirken,

Bir kandil yakmalıyım yollarında,

Gelişinde güvercinler uçurmalıyım,

Ayak seslerinde huzur duymalıyım

Ve yine gideceğinin hüznünü yaşarken

Gülümsemende kendimi bulmalıyım…

 

 

Ferhat AĞAOĞLU

 

 

 

 

 

 

 

 

Gölgeler…

 

Gölgeler neler saklar efsunlu akşamlarda

Gülüşün geçerken penceremin önünden,

Mavi kanatlı pervaneler uçuşur tunda

Kırmızı tomurcuklar düşer gül yüzünden…

Çırpınan dalgalarız akşam sularında

Yakamozların yangınında yolunu bulamayan,

Tükenen zamanla yarışı var ışıkların

Karanlıkla yıkanan bir gün sona ererken…

Boynumuzda asılı günahlarla gidiyoruz,

Susuz kalmış menekşelerce uğurlanan

İki yalnız insanın yarınlarını görüyoruz

Yanında iken uzaklıklarla sarmalanan…

Kaçarcasına gitmeliyiz İstanbul’dan

Cebimizdeki düşleri, hayalleri unutarak,

Sevinci, neşeyi rüzgârda savurarak

Ve yeni bir yaşama ellerimizi kanatırcasına,

Bitmeyecek bir sevgi ile bağlanarak…

Gün ağarırken uzaklaşıyoruz eskilerden,

Kaçıncı tren geçiyor içimizdeki tünellerden,

Bilinmez bir yolun kayıp yolcularıyız

Yol alıyoruz sessizce, kimseye görünmeden…

 

Ferhat AĞAOĞLU

 

 

 

 

 Gül tutulması…

 

Rüzgâr kuruyan dudaklarıma acımadı,

Denizin tuzunu da kattı eserken,

Akşam suya karıştı alaca renklerde

Hüzün koluma girdi gün biterken…

Sığındığım, sevdiğim segâh terk etti

Tıpkı senin gibi gülzarda bırakıp gitti…

Ufka koşan bulutların peşine takılsam,

Çığlıklar atan bir martıyla yarışsam,

Şişenin dibini merak etsem, bitirsem,

Ne bileyim, sensizliği bir şekilde unutabilsem…

Karanlık çökerken katran siyahlığında

Bu vakitler, acımaz hasret senfonisine,

Gül tutulması sarar serseri ruhumu

Sığınırım tunda açan goncaların gölgesine…

Efkâr başıboş bir sokağı arşınlarken

Bardak seni içer tortulu bir şarapta,

Yokluğun kör kandilli odalarda gezinir

Zaman durur kendince, adın kalır dudakta…

 

Ferhat AĞAOĞLU

 

 

 

Kızıl bir akşamüstü…

 

Yine kızıl bir akşamüstü gözlerimi yakarken

Bir fincan çayın buğusunda gülümsedi hayalin…

Ayak seslerini duyarım bu vakitler geldiğinde

Haydi dersin, düş önüme bakalım tembel adam

Şimdi birlikte su verme zamanı sardunyalara,

Kurumuş yüreklere, çatlayan dudaklara…

Gölgelerde gizli saklı konuşmalarımız uçuşur

Giderken yaktığın mektupların külleri gibi…

Deli hallerime kızarken bile güler kahve gözlerin

Susarsın, bilemem içinde ne fırtınalar estiğini…

Kızıl bir akşamüstü aldı seni götürdü uzaklara

Yoksun artık bu bahçede, çok güz yaşadım,

Çok şiir yazdım, ama değişmedi mevsimler

Oysa bir bahar dalı için neler vermezdim!

Dar zamanlarda sevmelerin heyecanını,

İçimdeki çocuğun seninle özgür olabildiğini,

Şiirlerin aşk için daha çok satıra ihtiyacı olduğunu,

Mutlu anların vazgeçilmezliğini senden öğrendim…

Eski bir tahta salıncakta, gıcırtılar eşliğinde

Söylediğimiz şarkıların unutulan sözlerini,

Ellerinin terini tenimde hissettiğim anları,

Yaşamıma girdiğin o günü… Çok özledim…

 

Ferhat AĞAOĞLU

 

 

 

 Sen giderken…

 

Alevsiz yandı sevgi terk edilen anılarda,

Kül bırakmadı bu güne vazgeçilen dünlerden,

Boşlukta bir şarkı kaldı geriye… Uzayıp giden…

Griye döndü renkler açılmamış goncalarda,

Tersine aktı sular zamanın pençesinde

Ayak seslerin kaybolurken karanlık bir sokakta,

Rüzgâr kokunu aldı götürdü uzaklara…

Elimden uçan kuşlarla saldım yüreğimi,

Gökyüzünde beyaz bir bulutta dinlendi,

Doldu damlalar içim gibi taşınmaz oldu,

Bir yağmurun en iri taneleri gibi indi…

Kırılan dallarda bitti beşinci mevsim,

Susuz kalan kırmızı sardunyalarda,

Paylaştığımız bir dilim kuru ekmekte,

Bir şarap şişesindeki dudak izlerimizde,

Boş bir odada koşuşturan hatıralarda…

Sensiz bir akşam daha suya ererken,

Işık bir tüle mahkûm oldu gölgelerde,

Karanlığın soğuk elleri sardı yalnızlığımı,

Her şey bir sessizliğe büründü sen giderken…

 

Ferhat AĞAOĞLU

 

 

 

 

 

Siyah bir at…

 

Çözüldü ipleri gecenin siyah bir atın yelesinde,

Sana varmak için bir çılgın koşu başladı,

Her adımda bir bulut geçiyordum hasret dolu,

Beklendiğimden habersiz olmalıydı gözlerin,

Yağmurlara dargındı buğday sarısı saçların,

Geleceğim demiştim oysa… Mutlaka…

Ellerini tutacaktım, sevgiyi konuşacaktık,

Bir şiir okuyacaktım her satırı biz olan…

Rüzgâr kötü esti, gelemedim güzel gözlüm,

Yüreğin olmadığım zamanlara kırgındı,

Biliyorum, haklısın gökyüzü kadar

Hatta gözlerimin daldığı ufkun uzaklığınca…

Umudum kayboldukça kayan yıldızlarda

At hala koşuyordu karanlıkları delercesine,

Soluk soluğa, sırılsıklamdı simsiyah derisi,

Terleyen sırtında saman yolunu taşıyordu,

Büyüyen gözlerinde kavuşmanın telaşı,

Ayaklarında vefanın getirdiği yorgunluklar…

Sana ulaşmıştım uzun bir gece sonunda,

Ay ışığında yıkandı tüm korkularım,

Ilık bir rüzgârda tükendi sensiz anlarım,

Benliğimi kaplayan sıcak bir duygu sardı,

Usulca okşadım atın boynunu, bıraktım yelesini

Artık ikimizin de ayrı yolları vardı…

 

Ferhat AĞAOĞLU

 

 

 

 

Yolun sonu…

 

Biliyorum, neden düşğünü sessiz çığlıkların

Gölgelere karışan simsiyah akşam sularına,

Büyüyen halkalarda tükenişlerin firar ettiğini,

Yorgun göz kapaklarının uykuya teslimiyetini,

Yarınların kaç geceye hasret olduğunu… Biliyorum…

 

Duyuyorum, seni içerken kirli bir bardakta

Yokluğunla savaşan deli bir adamın isyanını,

Rüzgâra verilmiş yalan yeminlerin dokunuşunu,

Henüz bitmemiş yarım şiirlerin okunuşunu,

Hasret için yazılmış nihaventleri… Duyuyorum…

 

Görüyorum, neden yapayalnız yürüdüğümü

Islak, boş bir sokakta korkudan ıslık çalarak,

Açılmadan solan karanfillerin yangınını,

Nasıl yıktığımı ellerimle sevgi bağlarını,

Yolun sonunda neyin beklediğini… Görüyorum…

 

 

Ferhat AĞAOĞLU

 

 

  

 

 

 

 

 

 

 

Hayal…

 

Hayal, bir merdivende can bulurken

Keşkeler yukarı doğru kaçışıyordu

Hüzünlü bir melodinin notalarında,

İyi kiler iniyordu basamaklardan

Işıklar yakıyordu ayrılığın odalarında…

Seni görmedim asla, ruhunu sevdim,

Ayak seslerini hiç duymadım ama

Sonsuzluk gibi orada olmanı istedim…

Rüzgâr panjurlarımı hırpaladıkça,

Perdelerim sana doğru açıldıkça,

Kapım her çalındıkça seni düşündüm…

Bir uçurtmanın kuyruğuna takıldım

Savruldum göğün derinliklerine,

Biliyordum seni bulamayacağımı

Umut işte… İnsanı yalnız koymuyor…

Sonra bir bulut çizdim beyaz mı beyaz

Aşkı işledim gökkuşağı ile üzerine,

Olmadığın bir resmi çizerken yazgıma

O da görseydi ne çok severdi dedim,

Bilmedin… Hiç bilmedin yaşadıklarımı

Dediğim gibi… Seni hiç görmedim…

 

Ferhat AĞAOĞLU

09.10.2012

 

 

 

 

Sonbahar

 

Ne bilir yelkovan mevsimi, sonbaharı

Umurunda mı kuşların terki diyarı

Akreple uğraşırken farkında olmadı

Sahnelendi hüzünlerin muhteşem firarı…

Yeşiller kızıl kahvelere yol verdi bilgece,

Dallar düşen yaprakları sevgiyle uğurladı,

Rüzgâr acımasız bir bestekârdı kendince

Esen yel değil, çılgın, yaramaz notalardı…

Ebruli bir bulut alıp götürdü umutlarımı,

Bitmemiş hikâyelerimi, yarım şiirlerimi,

Hasret kokan mektuplarımı, dileklerimi…

Hazan bir güne daha sessizce veda ederken

Soluklaşan renkler sindi mahcup kuytulara,

Çılgınca bir koşu başladı siyaha giderken

Taş döşeli bir sokakta hüzzamlar uçuştu…

Yalnızlık sardı özlem delisi akşamları,

Hayalin dolaştı gül kokulu bahçelerde,

Herkes bir şeyler söylemişti gidişine dair

Her şey benim suçumdu… Gerisi vesair…

 

Ferhat AĞAOĞLU

16.10.2012

 

 

 

 

 

Kahverengi Hazan…

 

Okunmamış bir kitap vardı kalemimde

Ön sözü, sen ve kırmızı güllerle bezeli

Okundukça mavi kelebeklerin uçuştuğu,

Sayfaların âşıklara selam durduğu,

Saatlerin hep mutlu sonları vurduğu…

Sadece hayallerde yazıldı bu dilekler

Yoktun, yoktum, yoktuk bu rüyada!

Kaçıncı kurumuş yapraktı bilmiyorum

Mahcup gölgelerin sükûnetine düşen,

Acı bir soğuk içinde yokluğun eserken

Üşümüş bulutların ıslattığı sokaklarda…

Kırık dökük bir bahçe kapısı çaresizliğinde

Ve bir sokak lambası gibi yapayalnızdım…

Rüzgâr içime işlemiş, saçlarım dağılmış

Taşşeli bir kaldırımda yürüyordum

Gayesiz, öylesine… Dilimde bir ıslık

En sevdiğin şarkı desem yalan olurdu!

Yalnızlıktan korktuğum için çalıyordum...

Her yerde bir iz, bir anı aradım… Yoktu!

Gün sona ererken yorgun adımlarımda

Kireç sürülmüş bir duvar tuvalim oldu…

Çizilmemiş bir resmin içindeydim şimdi

Zaman ne olmalı diye sordum kendime…

Sanırım şöyle olmalıydı mevsimin adı

“Gözlerinin rengine hasret duyan,

Kahverengi hüznü taşıyan bir hazan”…

 

Ferhat AĞAOĞLU

05.11.2012

 

 

 

Gülümseme…

 

Yorgun bir günün elleri suya değdi

Halatları çözüldü eski vapurun…

Beyaz köpüklerle uzaklaşırken

Zaman yine ihanet içindeydi

Ayrılığı vuran bir saatin sarkacında…

Işıklar gülümsemende saklandı

Renkler; Grilere, siyahlara koşarken,

Bir türlü buluşamayan dalgalar

Kahverengi saçlarında gezindi…

Rüzgâr tuz kattı su zerrecikleriyle

Sevgiyi bilmeyen gül dudaklarına,

Soru soran ıslak gözlerini bıraktın

Bekleme salonunun kirli camlarında…

Sesin oturduğumuz sıralarda kaldı,

Ellerimi bıraktığın an geldi aklıma

Sadece gülümsedin, elveda demedin…

En sevdiğim yarım şiirin dizeleriydin,

Kayan bir yıldızın dönülmez gidişi gibi

Dokunamadığım anlara gizlendin…

Senin için yanan ışıklar suları yıkarken

Bu güzel akşamüstü hala iskelede idin,

Yaşadık mı bunca olanları bilmiyorum

Belki de hiçbir zaman gelmedin…

 

Ferhat AĞAOĞLU

17.11.2012

 

 

 

Yoktun…

 

En güzel renkleri vurdum beyaza

Mor sarıyı, mavi kahveyi kıskandı

Siyahı bana kaldı uzun saçlarının…

Yorgun hayallerimde yaşıyordun

Çıkmaz sokakların kör kuytularında

Bilinmez bir sorunun cevabı gibi…

Melek kanatlarında gizlendin bazen

Sormadın, dinlemedin hasretimi

Oysa görmek isterdim seni gülerken

Alaycı tavırların yaksa da içimi…

Düşlere mahkûm anlarım başlarken

Bir çay koydum fincanıma şekersiz

Tadı sen olacaktın öyle demiştin,

Her sabah günaydınlar sunacaktın,

Perdelerimi savuran haylaz rüzgâr

Duvarlarımda oynaşan ışık olacaktın,

Güneşten önce doğacaktın her sabah,

Yüzünde güller, karanfiller açacaktı,

Akşam saatlerinin sarı, kızıl hareleri

Son aydınlık gidene kadar yanacaktı,

Uykuya dalarken kanatların saracaktı…

Bitmeyen bu rüyayı aklıma sen soktun

Güldün yalnız halime, uzaktan baktın

Her zamanki gibi hayaldin… Yoktun…

 

Ferhat AĞAOĞLU